Narrator: Emine hakikatı saklamakda bir sebep görmüyordu. |
Emine saw no reason to hide the truth. (Lit., in hiding the truth) |
Emine: Evet var. Neden olmasın? Sen öldükten sonra ben de kendi hayatımı yaşamak zorundaydım. Özlemini çektiğim mutluluğu aramak hakkım değil miydi? |
Yes, there is. Why shouldn’t there be? After you died, I was forced to live my own life. Didn’t I have a right to seek the happiness I longed for? |
Hakkı: Fakat sen.. benim karım.. çocuklarımın annesi.. Bunu nasıl yapabilirsin? |
But you … my wife … the mother of my children... How can you do this? |
Emine: Herşey bitti. Birbirimizin hayatında yerimiz yok artık. |
It’s all over. (Lit., Everything is finished.) We no longer have a place in each other’s lives. |
Hakkı: Nasıl bu kadar değişebiliyorsun? Demek benim yokluğumu fırsat bildin. Uydurma bir ölüm haberine kendini inandırdın. Benim hayatta olabileceğimi düşünmedin. |
How could you change so much? So you took advantage of my absence. (Lit., recognized my absence as an opportunity) You made yourself believe a cooked-up story of my death. You didn’t think I could be alive. (Lit., in life) |
Emine: Hayatta olan bir adam bu kadar zaman karısını ve çocuklarını aramaz mı? |
Wouldn’t a man who is alive look up his wife and kids after such a long time? (Lit., a man who is in life) |
Hakkı: Fakat sen isteseydin benim sağ olduğumu pekâlâ öğrenebilirdin. İşine gelmedi değil mi? Gerçeği öğrenmek lüzumunu duymadın. Çünkü benim ölmemi istiyordun değil mi? Söyle. Söyle! |
But you could easily have found out that I was alive if you’d wanted to. That didn’t suit your purposes, did it? (Lit., didn’t come to your work) You didn’t feel the need to learn the truth. Because you wanted me to die, didn’t you? (Lit., you wanted my dying) Say it. Say it! |
Emine: Hayır hayır! |
No, no! |